20 Eylül 2010 Pazartesi

Bugün ne Öğrendim?

Evet bugün işyerinde bir günde 3 farklı araç kullanarak kendi çapımda rekor kırdım. Çek cirolamak, bankada onaylanmayan çekler, imza tutmaması, satış müdürüyle akşam 8 buçuğa kadar bayiide beklemek. Off ayaklarım bildiğin toynak oldu.

İşyerinde 2. el araçların bir kısmını bizler getir götür işleri için kullanıyoruz. Dolmuşla gidilip gelincek mesafeler değil ne yazık ki. O yüzden satış müdürlerimizden bir araç vermesini istiyoruz, hangisi uygunsa alıyoruz.

İki kere banka, bir kere de emniyete gitmek durumunda kaldım. İlk gidişim 2003 model citroen saxo ileydi Dizeldi. Yakmıyor araç, 10 tl.lik mazotla 120-130 km. yol mu yapılır, yapıyor cavur aleti. Ancak araç perişan vaziyette. Bizimkiler araca 11 milyar değer biçmişler ama alan adamın aklına sıçarım. Kafadan 3-4 milyarlık masrafı var. Döşemeler bitik, direksiyonu biraz kendime çeksem elimde kalacak, süspansiyon zaten aman aman gelgelelim bu artık külüstüre çıkmaya ramak kalmış aracı kullanması çok zevkli, her yere giriyor alet, dizel homurtusu pek bi fena. Unutmadan araba bayramyerinin ortasında su kaynattı. Hemen telefona sarıldım, bizimkileri aradım, hemen sağdan soldan marketten; bakkaldan 5'lik su al dediler, su doldur, doldurduk ama maşalah araba ben doldurdukça aşağıdan hafiften akıtıyor. Birde seri kullan arabayı, hızlı git gel dediler, o tarifğin içinde nasıl gideyim dedim, trafik değilde düz yolda hızlı kullan motorunu ısıtma dediler, bir dönem fransız dizellerinin özelliğiymiş bu.. Neyse işte maceralı bir yolculuktu, satış müdürümle sohbet ettim biraz, 2010 model en kral fransız 4x4'ünü bedavaya versinler, almam diyor adam. 28 yıldır bu sektörün için fransızlara da arabalarına da acayip kıl. İkinci el bir renault sormuştum da baya bir laf ettiydi =) neyse zaten durumum yok şimdilik de, meraktandı.

İkinci araç 2007 model dizel renault megan'dı, gayet konforlu, stabil, yol tutuşu iyi, vites geçişleri gayet rahat bi arabaydı, açıkçası gayet standart, oturaklı düzgün bir araç fikri oluştu kafamda. Zaten çok fazla km. gitmedim, 20 km. anca.

Üçüncü araç ise akşam saatlerinde çok acil para yetişmesi gerekn bir yer içindi, saxo su kaynattığı için servisimizdeydi, renault başka bir arkadaş almıştı, müsait sadece jaguar x-type'dı. Ahahahah çok garip di mi? müsait olan araca bak! bizde garip işler gerçektende. Samimiyetle söylüyorum konfor olarak abartılacak bir durumu yok arabanın ama motor sesi çok güzel, vites geçişleri çok akıcı, devri gelsinde hemen değiştiriyim vs. 120-130 km.ile yolda kaymak gibi gitmek süper zevkli hemi de dizelken.Süspansiyon jaguar gibi bir arabadan beklentileri kesinlikle karşılamıyor. En azından mercedeslerdeki gibi değil. Neyse dolu dolu bir gündü bakalım yarın yine anlatacak bir şeyler çıkacak mı. Kalın sağlıcakla.

20 Temmuz 2010 Salı

Pakistan Üzerine

National geographic adventure'da izlediğim belgeselde bambaşka bir pakistan'dan bahsediliyordu. programın sunucusu diego buraya gelmeden önce kafasında bambaşka bir ülke olduğunu, her yerde çarşaflı kadınlar, cübbeli erkekler göreceğini sandığını, büyük bir baskı olduğunu sandığını anlatıyordu.

Belgesel devam ettikçe açıkçası bende çok şaşırdım, okuduğumuz, görüntülerde gördüğümüzden bambaşka bir pakistan vardı karşımızda. gençlerin, eğlenmek isteyenlerin açıkçası çok fazla şansları yoktu ancak barlar vardı, bu barlardan birine girer diego, içeride pakistanlı genç erkek ve bayanlar dans etmekte, içki içmektedirler, bayanlar bildiğimiz ortalama türk kızı gibi giyinmektedirler, asklı bluz, kot, saçı açık, bakımlı, makyajlı. o kızla konuşmaktadır diego "ben buraya gelmeden önce hiç pakistan'ı böyle hayel etmemiştim, kimse sizi rahatsız etmiyor mu?" kız da şöyle der: "tüm dünya bizi bambaşka biliyor, bunların hepsi 11 eylül'den sonra oldu, dışarıdan devamlı savaş halinde, zulüm ve baskı halinde bir halk olarak lanse ediliyoruz, böyle bir şey yok, beni bugüne kadar kimse rahatsız etmedi, biz böyle bir toplum değiliz"

Aynı bar içeirisinde dolaşırken bir gay ile karşılaşır diego. aslında gay demek ne kadar doğru bilemiyorum, kadın görünümünden bir erkekten bahsediyorum, saçları, kaşları, makyajıyla. barda dans ediyor, eğleniyordur bu kişi.

diego sorar "ben şoktayım, hiç böyle bir ülke hayal etmemiştim"
kadın?erkek?: " evet dışarıdan böyle görünüyor ancak gerçek böyle değil"
diego: "ne iş yapıyorsun"
ke : " ulusal bir kanalda program sunuyorum"
diego: " pakistan'dan bir eşcinsel olarak ulusal bir kanalda progrma sunuyorsunuz, gerçekten mi ?"
ke: "evet dalga geçmiyorum"
diego: "peki sizi ziyaret edebilir miyiz, bir sakıncası var mı?"
ke: " hiçbir şey için izin almak zorunda değilsin, istediğin zaman gelebilirsin"

Ertesi gün program setine gittiklerinde akşamki eşcinsel kişi tamamen bir kadındı, kıyafeti, makyajı her şeyiyle. ilk gördüğünüzde eğlence programı sanıyorsunuz ama değil, kendisi bir politika programı sunmaktadır. oldukça popüler bir kişiydi, 30 milyon seyircisi olan bilinen bir kişinden bahsediyorum. gerçekten de inanmakta zorluk çektim. gerçekten de bu kadar özgür rahat bir ülke miydi?

Ardından diego, ülkenin en büyük güzellik merkezlerinin sahibi bir bayanın yanına gidiyor. içerisi bizimkilerden hiçbir farkı yok. ancak güzellik merkezinde çalışan kadınların hepsinin yüzleri kezzaptan dolayı inanılmaz bir deforme içinde. öğreniyoruz ki bu güzellik merkezleri zincirine sahip zengin kadın, bilerek bu kadınları çalıştırmaktadır. gazeteye ilan verip kezzap saldırısına uğramış bayanları çağırmış, çalışabilecek olanları kendi sektöründe çalışacak eğitim verip hayata kazandırıyor. bazılarını italya'ya 2 yıllık eğitime bile göndermiş.

Aynı bayanla diego, daha yeni kocası tarafından kezzap saldırısına uğramış bir kadının yanına, hastaneye gidiyorlar. kadın öyle ağır bir saldırya uğramış ki, kezzaptan dolayı burnu erimiş, sadece bir çift delik görüyordunuz suratında, suratı yoktu aslında...
diego:+ bayan:-

+neden saldırıya uğradınız?
-hostes olmak istiyordum, başvurum kabul edilmişti, eşim kabul etmedi.
+kendisi nerede şimdi hapishanede mi?
- hayır serbest, kanuna göre aile içi mevzuu olduğu için serbest

Sonrasında pakistan köylerine gider diego. burada tam bir ağalık sistemi vardır. toprak sahibi kişiler ve işçileri. 30 yıldır tarlada çalışan yaşlı bir adama sorar, ne kadar maaş alıyorsun diye, hayatı boyunca hiç maaş almadığını söyler. tarlada çalışması karşılığında yemek ve yatacak yer verildiğini söyler. yemek dediğimizde çok besleyici değil. diego'nun yanındaki tercüman bir çocuk gösterir, sence kaç yaşında bu der, 5-6 der diego, hayır der tercüman 10 yaşında bu çocuk... bazı insan hakları savunucuları bazı işçileri toprak sahibinden satın alarak köyler oluşturmuştur, özgürlüğü ellerine verilen köylerdir bunlar, orda da acayip konuşmalar geçmiştir.

Ardından diego şehre dönmüştür. burada "dönmeler" diye tabir edilen (belgeselde aynen böyle çevrilmiş) eşcinsellerin yanına gitmiştir. evet kadın görünümlü erkekler, gaylar, hadım edilmiş kişilerden oluşuyor bu grup. kıyafetleri, saç, makyajıyla hiç bir kadından farkları yok. işleri ise düğünlerde dans etmeye gitmek. hayır hayır striptiz falan değil =) normal ortamda dans ediyorlar, milleti eğlendiriyorlar ve dua ediyorlar, işleri bu. işin daha da ilginç tarafı herkes kendilerini biliyor ve benimsiyor, yoldan geçen bir bayana soruyorlar, dönmeler hakkında ne düşünüyorsunuz diye, biz onları çok seviyoruz, onlar da bizim gibi, düğünlerimize gelip dans ederler, bizim için dua ederler, onların duaları daha etkilidir, daha çabuk kabul olur, der.

Bir ülke hakkında izlediğim en ilginç belgesellerden birisiydi. pakistanlıların tepkisi, dünya tarafından yanlış bilinmeleri, 10 yıl öncesine kadar bir çok alanda turistik faaliyetler oldukça iyiyken bugün sıfır noktasında.

ek: bu arada pakistan'ın seksi, fantezi ürünleri üretimi konusunda oldukça gelişmiş olduğunu biliyor muydunuz? evet, avrupa'daki bu ürünlerin çoğu pakistan'dan geliyormuş.

29 Haziran 2010 Salı

Mengele'nin İkizleri

Mengele's Twins

 National geographic'te seyrettiğim belgesel. Mengele'nin İkizleri. şimdiden söyleyeyim, ben bu yazıda belgeseli anlatacağım, özetinden daha çok önemli olan her şeyden bahsedeceğim. o yüzdendir ki, belgesele sahip olma imkanı olanlar, seyretmemiş olanlar bundan sonraki kısmını okumasınlar.

Her şey 1960'ların başında brezilya'nın cândido godói kasabasında, ilginç bir şekilde ortaya çıkan ikiz gebeliklerden sonra başlıyor. şuan ki tarih itibariyle 4 kilometre kareye yayılmış olan kasabada 80 aile var. bu aileler içinde 44 çift ikiz var. bu rakam dünya ortalamasının yüzde 1000 üzerindeymiş efendim. candido godoi hala çoğunlukla alman kökenli insanların yaşadığı bir yer. ayrıca araştırmacıların elinde 1950-1960'lı yıllara ait, bir lisede çekilmiş fotoğraf var, gamalı haçlı liseli öğrenciler.

Bu olayla ilgili bir sürü spekülasyon varmış, uzaylılar, çeşitli nükleer denemeler vs. ancak en garip olanı ise tam ikizlerin ortaya çıkmaya başladığı dönemde aynı coğrafya içinde joseph mengele'nin izine rastlandığı ifade ediliyor. mengele savaş sonrası karmaşasında sahte bir pasaportla italya genova'ya kaçtı, ordan da 1949 yılının sonlarında güney amerika'ya giden bir kuru yük gemisine bindi. arjantin'in başkentine gelmişti. mengele'nin ikiz saplantısı devam etmekteydi.


Araştırmacılar, o yıllarda yaşamış olanların ifadelerini almışlar, buna göre mengele'nin fotoğraflarını göstermişler, evet o demişler, ara sıra kasabamıza gelen, ziyaret eden, hamile bayanlarımızı tedavi eden kişi bu diyorlarmış. işin daha da ilginç kısmı bazı çevre kasabalarda kendini veteriner olarak tanıtan bir alman varmış. kendilerine ikiz gebelik sağlayacak ilaçlar vereceğini, ineklerinin verimlerini arttıracak yollar vadetmiş. hatta şuan kasabada oldukça fazla ikiz inekler de mevcutmuş ki bunları da gösterdiler. hatta bir inek gösterdiler ki, 4 defa ikiz doğum yapmış. bu inek sahibi çiftçi'nin ikiz kardeşi vardı, aynı zamanda ikiz oğulları da vardı. bu arada bu amcamın bir iddiası da var, o da kasabanın su kaynağı. su kaynağından örnekler alınıyor ancak herhangi bir anormal sonuç meydana çıkmıyor.

Bir üniversiteden bazı araştırmacılar geliyor, herkesten dna, kan örnekleri alıyorlar. araştırmalar başlıyor.
 

Araştırmacılar 1950'lerde bir ineğe ikiz doğurtmak için yapılabilecek tek yolun hayvanlara büyüme hormonu vermekten geçtiğini belirttiler. igf denen bir protein buna sebebiyet veriyormuş. bu protein hem insanlarda hem de hayvanlarda işe yarıyormuş. 

Bir mengele araştırmacısı sırf bu iş için yıllar sonra arjantin'e gitmiş, bir çok istihbarat kurumları, devletlerin ulaşamadığı belgelerin olduğuna inanıyormuş. yıllarca bu belgelere ulaşmak için uğraşmış, bir gün isteğine ulaşmış. anlattığına göre bir gün kendisine ulaşılmış ve belgelere göz atmasına izin verilmiş, buna göre arjantin'de kaldığı 10 sene boyunca ne yaptığına dair her şey bu belgelerde varmış. arjantin hükümeti yıllarca mengele'yi takip etmiş. bu belgeler içerisinde mengele'nin başvuru evrakları, iş anlaşmaları, göç evrakları, banka hesapları, kredileri, telefon ve adres bilgileri daha da ilginci hepsi kendi adına ait. arjantinli yetkililer onu izlemiş ancak tutuklamamışlar. mengele 1950'lerin ortalarında bir şirket kurmuş, bu şirket bir ilaç şirketiydi. bu şirket veterinerlik ilaçları ithal eden bir iş yapıyordu zamanla faaliyet alanını genişletip insan ilaçları da getirmeye başlamış.

Şimdi bir soru daha var, buenos aires gibi güney amerika'nın paris'inden neden 800 km. uzaktaki bir brezilya kasabasına geldi mengele? burada şu söylenmekte, 1960'ın mayıs aylarında, en çok kan döken nazilerden birisi olan adolf eichmann kaçtığı arjantin'de, mosad tarafından yakalandı. bu da buenos aires'te ki büyük çoğunluktaki nazileri oldukça rahatsız etmişti, haliyle mengele'yi de. mengele büyük kentlerden kaçmalıydı. ilk önce paraguay'a kaçtı, dostları vardı orada, kısa bir süre sonra hemen güneyindeki bir çiftliğe gitti, o çiftlikle candido godai arasında sadece 70 km. vardı, ayrıca bu bölgede etkin bir sınır yoktu. istediği gibi dolaşabiliyor, her yeri ziyaret edebiliyordu. bu aşamada o yıllarda o yollarda 800 km. gitmenin imkansıza yakın olduğunu düşündüren laflar etmekte belgeseli yapanlar. ilginç.
 

Şimdi olayın bilimsel boyutuna dönelim. az önce bahsettiğim büyüme hormonu ile ilgili vaziyete araştırmacılar bir açıklama yapıyorlar eğer ki büyüme hormonu verilir de ikiz gebelik sağlanırsa, bunun diğer nesillere geçme olasılığı çok azmış. yani olay azalmaya başlar ya da dalgalanma halinde devam edermiş. ancak bu kasabada durum garip bir şekilde ikiz oranı hiç değişmemiş, stabil şekilde devam etmiş. o yüzdendir ki büyüme hormonuyla ilgili iddia çürütülmüş oluyor. kısaca ikizleri nesiller boyu yapay olarak tetiklemek bilimsel açıdan mümkün değil. (belgeseli yapanlar böyle diyor.)
 

İkinci bilimsel vaziyete bakıyoruz. araştırmacılarımız kasabanın geçmiş kayıtlarını, mezarlıklarını inceliyorlar. 20. yüzyılın başında kasabayı kuran alman göçmen ailenin sayısı sadece 8. evet bu kasabayı 8 aile kurmuş. bu aşamada genetik bilmi araya giriyor, şöyle açıklamaktalar: eğer izole bir yere yalnızca birkaç aile yerleşirse gelecek nesiller sadece bu sınırlı gen havuzundan gelişir. dışarıdaki dünyada çok ender gelişecek olan genler bir anda izole gen havuzunda yaygınlaşır, genetikçiler buna kurucu etkisi diyorlarmış.
 

Üçüncü çürütme tezimiz ise brezilya'daki bir gizli askeri üste saklanan belgelerde gizli. burada federal polis arşivlerine bakıyoruz, mengele'nin son günlerinde ölümünden sonra bulunan çantasındaki eşyalar: sahte kimlik belgeleri, kalem, pusula, diş fırçası vs. çantanın içi bilimsel verilerle, belgeler, dokümanlarla değil, kaçmakta olan bir adama ait şeylerle ilgili. bu arada daha değerli hatıralar var, günlükleri, mektupları var. mektuplarda ve günlüklerde candido godoi'den, ikiz bilmecesinden, güney amerika'da kaçarken bilim yaptığından bahsedilmiyor, bunların yerine depresyona girmiş, yalnız, başı boş bir adamın gezileri var. araştırmacı - ki bu araştırmacı mengele öldükten sonra, onu yıllarca yanlarında saklayan insanları mahkemeye vermiş kişiden bahsediyorum aynı zamanda en büyük mengele araştırmacısı -, kesin dille mengele'nin kaçtıktan sonra bilimle uğraşacak zamanı olmadığını belirtmiştir.
 

Mengele 1961'den 1979'daki ölümüne kadar iki aile yanında kalmıştır, bu aileler onu saklamıştır, bu arada bu aileler kesin bir dille mengele'nin candido godoi'ye hayatı boyunca hiç gitmediğini ve deneyleri tekrar başlatmadığını doğrulamışlardır.
 

Son olarak, yapılan araştırmalar sonucunda araştırmacılar 20. yüzyılın başına kadar giden ikiz vakalarına rastlamışlar, bu vaka tek bir atadan gelmekte. yani en mantıklı açıklama kurucu etkisi açıklaması. daha öncede yazdığım ve belgeselde de belirtildiği üzere ikiz doğurma geninin igf denen protein ile ilişkisi belirlenirse ki hala araştırılma aşamasında tam bir sonuca varabileceğiz. kısaca candido godoi ile mengele, haliyle ikizler arasında hiçbir alaka bulunmamakta.

23 Nisan 2010 Cuma

Belgeselozik Cinnet

Baktım da uzun zamandır bir şeyler yazmamışım.Yazmadığım zaman zarfında izlediklerimden oluşan bir durum vaziyetini gözler önüne serelim.Hadi bakalım:

 Beş bölümden oluşan "mükkkkeemel" bir şey.Sanatın dünya tarihine,medeniyetlerine,yaşam tarzlarına nasıl bir yön verdiğini anlatan süper bir belgesel.Anlatım açısından biraz sıkıyor bazen ama meraklılarının kesinlikle kaçırmaması gerekiyor.

Belgesel 5 bölümden oluşuyor;

1.More Human Then Human
2.The Day Pictures Were Born
3.The Art Of Persuasion 
4.Once Upon A Time
5.The Death And Back

Özellikle belirtmek isterim 5. bölümü seyrederken hafakanlar bastı,yarım saat ayırarak ertesi gün bitirdim,acayip rahatsızlık duydum,bilemiyorum.Bu arada her bölüm 1 saat.

Ekşi'de de yazdım,istisnasız hayatım boyunca seyrettiğim en duygusal,en sarsıcı belgesellerden birisiydi.Kapakta da göreceğiniz üzere anne kutup ayısı,yavrusu ayrıca su aygırı,annesi,teyzesi eksenli enfes bir şey.

Yaşam savaşları,yaşam alanlarının bizim yüzümüzden nasıl tehlikede olduğu,yaşamak için nasıl uğraştıkları,nelere göğüs gerdiklerini çok güzel anlatmışlar.Ne yalan söyleyeyim bazı anlarda gözlerim doldu ergen kızlar gibi =) Dokunaklıydı.İlla ki izleyelim.








Bu yapım için apayrı bir paragraf açmak istiyorum.Her seyrettiğim belgesel için mükemmel,enfes ,ölmeden önce seyretmeniz gerekiyor falan diyorum ya,işte bu belgeseli en başa koyunzu rica ediyorum.Bilmediğimiz,muhtemelen çoğumuzun göremeyeceği dünyadaki bütün okyanus,denizlerde yolculuğa çıkacağız.

İlk Bölüm Cortez Denizi ile başlıyor.Çatal Kuyruklu Balina'yı,Çekiç Başlı Köpekbalıklarını görüyoruz ve bir çok tür.Özellikle çekiçbaşlı köpekbalıkları türlerinin bu bölgedeki 15 yıl öncesine ati,popülasyonlarına ait görüntüleri gösteriyorlar ve şuan ki zaman ait.Bulamıyorlar,o kadar azlar ki.üç-beş tane bulduklarında çok seviniyorlar.Hele ki 15 sene önceki görüntülerde yüzlerce bulunmakta.

Deniz aslanları ile ilgili olan bölüme geldiğimizde farklı şeyler öğreniyoruz.Cortez Denizi'nin Los Isles bölümüne gidiyorlar,California Deniz Aslanları bu bölgede koloni halinde yaşamaktalar,deniz aslanlarının geleneksel yiyeceği ise sardalya imiş.Ticari balıkçılık yüzünden çok kötü duruma gelmelerine rağmen yine de buna da ayak uydurmuşlar.Fiziksel özellikleri yeterli olmamasına rağmen zamanla evrimleşerek,uyum sağlayarak denizin çok daha derinlerine inerek yiyecek bulup,çoğalıyor,hayatta kalıyorlarmış.

Cortez Denizi'nin bir bölümünde Humblodt Mürekkep balıkları popülasyonunda fazlalık olduğunu,anormallik olduğunu görüyorlar,dünya üzerindeki en tehlikeli mürekkep balığı türlerinden birisi,doğada bu türlerin çok az düşmanı varmış,eğer başka bir yere göç ederlerse,doğadaki düşmanlarının olmadığı bir yer olursa,o bölgedeki ekolojik sistemi çökertebilirlermiş.

Cortez Denizi'nin bir bölümünde ise İspermeçet Balinalarını görüyoruz,memeliler içinde 2000 metre derinliğie dalabilen tek türler.

Şimdilik bu kadar,daha sonra ki yakın zamanda,Oceans'ın diğer bölümlerinin özetlerini ve de seyrettiğim diğer yapımları yazmaya devam edeceğim.Kalın sağlıcakla.




27 Mart 2010 Cumartesi

Bitkisel Günler




Sahte olduğu kabak gibi meydanda olan profiller var facebook'da ve buralarda inanılmaz insanlar var,gerçek sanıp yorum yazanlar,yüzlerce,ne yorumlar var, gülerken gözlerimde yaş kalmıyor bazen,sırf bu tür screenler
almak için takılıyorum buralarda =) Neyse yazımıza bu şekilde başlamış olduk.

Ne yaptık geçen zamanda bakalım.Son sürat kepasasa hazırlıklarına devam,ondan yana sorun yok,gittim yediiklim'e sizin sınavlarınıza girmek istiyorum dedim,hay hay dediler,3 tl. rica etti,2'sinde sınava gircez gari.Böyle de bir garip durum var.Neyse işte bunun dışında gittim,süt mısırı tohumu aldım,normal mısırdan biraz daha tombulca oluyor,onları pet bardaklara dağıttım şimdilik,nemli halde beklemedeler,aldım elime bel küreğini bütün gün bahçeyi belledim ahahahaha =) gayet ciddiyim,Çocukluğuma geri döndüm sanki süper bir duyguydu,bütün bahçeyi baştan başa belledim,sonra gittim bir çuval gübre aldım,keçi gübresi işte,bir çuvalına 10 tl para verdim.Yarın bi güzel onları dağıtıcam bahçeye,sanırım yetmeyecek gidip bir çuval daha almak zorunda kalabilirim.Ondan önce sabah erkenden kalkıp,çapalama işine girmem gerekiyor,sonra tırmıkla düzenleme yapmak gerekiyor,ardından da gübreleme,Sulamayacağım,tam bahar zamanı denizli bol yağmurlu olur,bu şekilde daha güzel toprağa nüfuz etmiş olacaktır.

Bu arada size bir kaç bilgi vereyim,süt üretim çiftliğinde çalışırken,bi muhasebeci olarak her ne kadar saha ile ilgimiz olmasa da ziraat mühendisi arkadaşlarla sohbet ederdik,onlardan çok şey öğrendim,mesela bu gübre olayını.Örnek olarak hayvanın boyutları küçüldükçe gübre veriminin artması gibi.Mesela oldukça verimli olsa da büyük baş hayvanların gübrelerinden istenen sonuç her zaman alınamıyormuş.En verimli gübrenin yarasa gübresi olduğunuz biliyormuydunuz hem de kilosunun 20-25 tl olduğunu? ondan sonra tavuk ,güvercin,koyun,keçi diye gitmekte.özellikle kanatlı hayvanların gübreleri çok değerli efendim.

Şimdi de gelelim bu aralar seyrettiğimiz belgesellerden ufak tefek notları aktarmaya,öncelikle The Private Life Of Plants'ı indirenler varsa aranızda buradan sonrasını okumamak daha iyi,yok zaten indirmiyorum,indirmiycem,seyretmiycem diyorsanız devam ediyoruz sizlerle efendim:

The Private Life Of Plants'ın 5. bölümü olan Living Together (Birlikte Yaşamak) bölümünü seyrettim.

Çok güzel bir görüntü değil mi? Bu görüntü bir Pasifik adası olan Palau gölüne ait,bu gölde çok az balık yaşamaktaymış.






Normal şartlarda deniz canlılarını avlayarak yaşayan bu canlılar,bu göldeki yetersiz besin kaynağından dolayı evrim geçirmişler,dokunaçları sadece algleri sindirebiliyormuş.









Normal denizanalarının dokunaçlarında yakıcı iğneler bulunurken,işte bu türlerde dokunaçlar dediğim gibi alglere tahsis edilmiş.











Belgeselin bu bölümünün ismi hatırlarsanız Birlikte Yaşamak'tı.Bu gördüğünüz ağacın birlikte yaşadığı bir hayat arkadaşı var.O da karıncalar.Evet bu ağac karıncalar için özel kovuklar yaratıyor,Bu kovukların içinde karıncalar yaşıyor,yumurtalarını saklıyor,besinini buradan alıyor.Evet bu ağaçtan sadece.İlk düşüneceğiniz şey parazit yaşamdır muhtemelen.Ancak vaziyet böyle değil.Mesela zürafalar iğnelere rağmen ağacın yeşil olan bölümlerini yemye kalktılar,ufacık bir sarsıntıda milyonlarca karınca bir anda kovuklarını terkedip,zürafalara gidiyor,ilk önce gözlerinin üzerine çıkmaya,sonra diline doğru gidip ısırarak ,rahatsız ediyorlar.Düşünün 4-5 metre boyundaki,tonluk zürafa dayanamayarak gidiyor.Yani karıncalar evlerini savunuyorlar,ev sahiplerini koruyorlar.
Bu olayın hemen ardından ağaç bazı yerlerinden öz salgılamaya başlıyor,bu öz sadece ve sadece tehlike geçtikten sonra salgılanmaya başlıyor ve karıncalar buna bayılıyor,ağaçta onlara takdirlerini sunuyor.









Daha bitmedi mukafatlandırma olayı,yine aynı şekilde bu salgılama anında karıncaların bayıldıkları başka bir bitki takviyesi daha yapıyor görüntüde görüldüğü üzere.









Evet karşılıklı sevgi,saygı,koruma bitmedi.Yandaki görüntüde gördüğünüz yer ağacın hemen altı,haliyle çevresi,gördüğünüz üzere bir tane bile yeşillik yok,yeni çıkan filiz yok,sebep karıncalar.Yuvaların ve ev sahiplerinin çevresinde ona ileride rakip olabilecek her şeyi,daha en başından yiyip mahvediyorlar.







Yandaki örnekte görüldüğü üzere,yeni çıkmış bir filizin karınca tarafından nasıl bertaraf edildiğini görüyoruz.











Bugünlük bu kadar yeter.Kalın sağlıcakla.

25 Mart 2010 Perşembe

Tunaylaniclal


Günün facebook gülü ile başlayalım.

Sonra hemen seyir ettiklerimize el atalım.

 National Geographic'in Known Universe serisinin Uzay Fırtınaları isimli bölümünü seyrettiğim,daha önceki yazılarımda linklerini vermiştim,türkçe dublajlı halde.Şuana kadar bu serinin en etkileyici bölümüydü.Peki ne anlatıyor bu bölüm? Atmosferimiz,doğa olayları,yıldırımlar,kasırgalar,hortumlar, nasıl oluşurlar,ne gibi felaketlere sebebiyet verebilirler,bunun dışında diğer gezegenlerin atmosfer olayları da incelenmiş.
İlginç notlar var mesela en yakın komşumuz olan venüs'ün yer kabuğu sıcaklığı 485 °C imiş.Ebesinin hörekesi dedim bir an.
Mars'ın tüm yüzeyi tozla kaplı olduğu için ufak bir toz fırtınası olduğundan göz gözü görmüyo,bir anda bütün atmosferi to fırtınası kaplıyabiliyormuş.
Satürn'ün uydularından olan Titan'a uydu gönderdiklerinde çok şaşırmışlar,çünkü dünya şekillerine benzer dağlar,yer şekilleri ne bileyim işte yarıklar falan gözlemlemişler ve çok heyecanlanmışlar.Yağışlar oluyor,haliyle bulutlarında olması vs. Sonradan öğreniyorlar ki -180 °C olan atmosferde yağan ve bulutları oluşturan şey metanmış.Evet metanmış.O derecede metan sıvı halde olduğundan dolayı,bulutlarda metan,yağan şeyde metanmış.

Daha önce de bahsettiğim The Private Life Of  The Plants'ın bir kaç böümü indi.Hayralıkla izliyorum,ufak tefek notlar da alıyorum,sizlerle paylaşıcam.İmkanınız varsa lütfen indirin ve seyredin.Türkçe altyazıları da mevcut,6 bölümden oluşuyor.













Bugüne kadar hiç duymadığım filmlerin arasında yer alıyordu.Birkaç hafta önce duymuştum bu filmi,divxplanet forumlarında dolaşırken,illa ki seyredilmesi gereken,kaçırılmaması gereken,adı pek duyulmamış ancak efsane bir film olduğundan dem vuruyorlardı ancak abartılacak bir durum yoktu kanımca.Sonunda hani çok şaşırılması gereken bir sahne varmış demişlerdi onda da açıkçası çok şaşırıp yamulmadım.Filmin derdi bambaşkaydı zaten,anlatılmak istenen,verilemek istenen mesaj Eqiilibrium'da ki gibi olmuş,yani ne diyeyim şimdi,abartmış bizimkiler kısaca.

Bu aradan +909 ile başlayan bi numara aramış beni,baktım da California'nınmış numara.Hani şu bulgaristan'dan gelen numara evrim mi geçirdi acaba?California diye mi evrildi,benim hiç o taraflarda tanıdık  manıdık yok da,olsa da oralara kadar gidip aklına ben gelip arayacak adamı ben adamdan saymam =) Hadi kalın sağlıcakla.

21 Mart 2010 Pazar

Maydanoz Günler

Artık bir şeyler yazmanın vakti geldi.Geçtiğimiz zamanda evde kepasasa çalışmaktan beynim sulanmış durumda.Fena halde sıkılıyorum bende,ders dışındaki vakitlerde uğraşacak bir şey bulmalıyım diye düşündüm,havalarda güzelleşmişken bitki,börtü,böcek işine gireyim dedim.Aslında akvaryumumu tekrar kurayım dedim ancak düşünüyorum da fena masrafa sebep olacak.Bitkisiz akvaryumun gönlümde yeri yok haliyle, anlamı da yok.Ciddi bir masraf olduğunu bildiğimden şimdilik boşverdim.Dedim toprak var,bahçe var,valide sultanın milyon tane saksısı var,binbir çeşit bir şey büyüteyim ekeyim!

Gittim pazardan maydanoz tohumu aldım,humuslu çiçek toprağı aldım,bahçedeki topraktan da karıştırdım biraz ve de ektim.Uzunlamasına saksılar vardır ya ona ektim işte.Sanırım sadece maydanozla durdurak bitmeyecek bu durum.Kafamda milyon tane şey var,düşünmem gereken bir sürü ciddi mesea varken.

Gayri ciddi meselemize devam edelim.Valide Sultan hazretleri demektedir ki,o uzunlamasına saksılara domates,biber ekelim! hadi buyur burdan yak diye söylenecektim ki kendi maydanoz sevdama laf edilmesin diye sustum.Hani kimsenin bir şey diyeceği yok da,neyse işte fide alınıp sanırım bir de biber falan işine de gireceğiz koca balkonda.Bu arada bahçe hala bomboş,bomboş dediyse işte vişne,kayısı,şeftali ağaçları falan var.Bu arada vişne ağacı ne pis bir şeymiş yahu.Geçen sene toplayamadığımız vişneler bahçenin dört bi yanına dağılıp tekrardan çıkmışlar,15'e yakın fide vardı,bunları saksılayıp biraz büyüyünce fidecilere satsam mı ne =) Bu arada sonradan öğrendim ki,vişne çekirdeğini de kiraz çekirdeğini de atmayıp,kutursanız direk seneye toprağa ekerseniz uygun şartlardan çıkma şansı çok yüksekmiş.


Şimdi gelelim izlediğimiz film ve belgesellere:

 Üç bölümden oluşan Albert Einstein'ın Genel Görecelik Teoriminden hareketle Newton'dan gelerek günümüze kadar teorinin aldığı şekli,şemali anlatan,paralel evrenler hakkında doyurucu fikir sahibi olabileceğiniz,seyretmediyseniz mutlaka seyretmeniz gereken belgesel.Aslında hakkında yazılacakları not alsaymışım önceden iyi olurmuş ancak izledikten sonra kafanız milyon olduğu için neden alamadığıma da hak vereceksiniz.Neyse türkçe altyazısı bulunmakta belgeselin aklınızda bulunsun.










The Universe'un öncelikle Secret Of the Sun sonra Mars,The Red Planet,Search For ET bölümlerini indirmiştim,onları seyretme imkanı buldum.Süperdi be abi demek istiyorum buradan yapımcılara.

İçlerinden en beğendiğim Search For ET bölümü oldu.Nedendir bilemiyorum ancak çok ilginç geldi,mesela Jupiter'in tamamen gaz bulutlarından oluşan bir gezegen olduğunu bilmiyordum,yani tam olarak bir dünya,venüs falan değildi.Aslında burada Jupiter'in ilginçliğinden daha çok onun uydusu olan Europa ilginçti.Çünkü yüzeyi tamamen buz kütlelerinden oluşan bir uyduydu.Hatta kütlesinin hemen hemen tamamı buzdan oluşmaktaymış.Dünyanın üçte ikisi büyüklüğünde olan bir uydudaki su miktarı bütün dünyamızdakinden kat kat fazlaymış.

Secret Of The Sun'da ise güneşimizin nasıl bu devamlılığını sağladığını çok güzel anlatmışlar.Füzyon tepkimeleri vs. işin anlayanları dışındakiler için oldukça açıklayıcı olmuş.

Mars,The Red Planet'de Mars'ın oluşumu,geçmişte nasıl bir helde olduğunu yine çok güzel açıklamışlar.Eğer bir zamanlar atmosferi olsaymış bile nasıl tükendiğini de görsel efektlerle açıklamışlar.

Bu arada hani bir zamanlar Mars'te insan yüzü silüeti bulunduğuna dair bir sürü haber çıkmıştı.Onun hikayesine de yer verilmiş,aslında Nasa bunu medyaya sempatiklik,komiklik olsun diye göndermiş,bakın ne bulduk diye,aslında durum hiç te öyle değilmiş.Medya bunu allayıp pullayıp ne hale getirmiş,alttaki iki resimden anlayabilirsiniz.İlk resim medyada her daim dolaşan resim,diğeri de aslolan.




















Bunun dışında History Channel'ın Adolf Hitler hakkındaki belgeselini seyrettim.Umarım bu şekilde belgesel yapmayı bırakmışlardır.Tamam yüzyılın en büyük katilinden bahsediyoruz ancak bu tutumla,bu yapmacık ve de abartılı anlatım tarzıyla pek de başarılı bulduğumu söyleyemeyeceğim.Hitler ve de Nazi Almanyası dönemi hakkında bilginiz,araştırmanız varsa size çok fazla şey katmayacaktır.O zamanın koşulları,düşünce biçimlerini bir çok şeyi düşünerek yapılmalı böyle şeyler.Aynı HC'nin Napolyon hakkında yaptığı belgesel bu şekilde değildi çünkü.Kavgam'ı okuduktan sonra kanımca Adolf Hitler hakkında belgeseller izlenmeli.Hitler'in düşünce biçimi anlaşıldıktan sonra çok daha fazla şey yerine oturacaktır.Aman yanlış anlaşılmasın Hitler'i haklı bulduğum hiç bir konu bulunmuyor,sadece herhangi bir konuyu tek taraftan bakmaktan,görmekten nefret ederim.Milyonlarca Alman'ın derdi neydiyi anlamak,o zamanın koşulları içinde,size çok şey katacaktır.

Yine bir Michael Moore klasiği daha.Bu adamı çok seviyorum ve ilgiyle takip ediyorum.Bizim ülkemizde ve haliyle kendi ülkesinde çokça seveni ve nefret edeni olan bir adam.Olayların hiç bilmediğim taraflarından görmemiz sağlayan bir adam.

İzleyin be abi,söyleyeceklerim bambaşka çünkü bu konuda.Ondan önce Michael Moore'un bir belgeseli daha vardır Sicco adında.Haberiniz yoksa,bilmiyorsanız çok şey kaçırmışsınızdır kanımca.Amerikan sağlık sistemini yeren,şahsen benim hiç bilmediğim,öğrendiğim hayranlıkla seyrettiğim bir yapımdı.Sicco'yu da aradan çıkaralım böylelikle.







Bugün Ne Öğrendim?

Bugün pazardan maydanoz tohumu alırken ,zabıtalar tohum aldığım adama 1 tl. karşılığında makbuz veriyorlardı.Zabıtalar gittikten sonra sordum,ne için ceza kestiler diye,ceza olmadığını,bu bulunduğu yerin ücretini aldıklarını söyledi.Pazarcılar bağlı bulunulan belediyelere,pazarda tuttukları yer için kira ücreti ya da daha önce ihaleleye katılmışlarsa bedel öderlermiş,daha sonradan gelenler,kenarda köşede bir şey satanlar,zabıtaya bu ücreti verirlermiş.

15 Mart 2010 Pazartesi

Fotosentezim Biçim Biçim

Öncelikle günün facebook malı ile başlayalım:

Neyse devam edelim.Bu aralar Legion'u seyrettim.Ne diyeyim bilemiyorum ki,sadece Grey's Anatomy'de ki kızıl ablamı görünce mıhlandım,ondan sonra ne seyrettim ne oldu pek bilmiyorum.Melekler,cebrail,mikail,michael vs.:=)))) çok komikti lan.

Cillop türünden enfes bir belgeseldi,kesinlikle seyretmenizi tavsiye ediyorum,sadece güneş sistemimiz ile kalmıyor,samanyolu galaksisine oradan da diğer galaksilere el atıyor.Düşündüklerinizin,hayal ettiklerinizin çok ötesinde.

Emule'a bir ton belgesel yükledim,bakalım ne zaman bitecekler,divxplanet'te türkçe dublajlı sunumlar var ilgilenenler  buraya tıklasınlar.Known Universe'ın 6 bölümden oluşan serisi.

Bunun dışında türkçe altyazıları mevcut olan ve de 1. sezon çevirileri hala devam eden The Universe'ında ilk sezonunu emule'a attım.Yine merakla beklediğim History Channel'ın Life After People belgeseli var. Eğer insanlar dünyadan bir an için silinseler,yarın,bir hafta sonra,bir ay sonra ne olurun anlatıldığı çok ilgimi çekmiş bir yapıt.Türkçe altyazısı Divxplanet'te bulunmakta.

Bir de BBC yapıtları var.The Private Life Of Plants serisini de indirmekteyim,yine bunun da türkçe altyazıları bulunmakta.Bitkilerin gizli dünyasına girecekmişiz.Böcek yiyen türlerinden tutun da ömrümüzde ilk defa göreceğimiz bir sürü fotosentez güzeli ağırlayacakmış bizi.Aldığımız bilgiler bu yönde.


Başka başka Friends'in tüm sezonlarını emule'dan indirmek akıl karı iş değilmiş.Çekilecek çile değil gerçekten de,tekrar rapid'e para yediricem sanırım.







Bizim karıncayla deprem tahmini yapan abimiz,bugün yine bir şey yumurtladı,umarım korktuğumuz başımıza gelmez,valide sultanın bütün akraba kesimi istanbul'da olunca bir de benimle beraber bu karınca tahminlerini okuyunca telefona sarıldı,pek dinlemedim de milleti ayaklandırmamıştır umarım.Çok fena halde telaşlıdır.

14 Mart 2010 Pazar

Cast Away

Süresine hiç dikkat etmemiştim bu filmin.3. izleyişim oldu.Yine vakit nasıl geçti,2 saat 13 dakika nasıl bitti anlamadım.Anlamsız şekilde bu filmi çok seviyorum,belki de küçüklüğümden beri yaşadığım Robert Zemeckis etkisi hala devema ediyor.Aslında başlığı cast away yapmakla doğru mu yaptım bilemiyorum.Sadece bu adamın yaptığı  filmler zihnimde fena halde yer ediyor.Etkisi hiç bir zaman kaybolmuyor bünyemden ve de acayip mutlu ediyor.Adamın filmografisine baktığımda zaten dibim düşüyor tabiri caizse.Cast Away,Contact,The Polar Express,Back To The Future serisi.

Bugünlerde Ne Öğrendim ?

Bakalım bu aralar her ne konu olursa olsun neler öğrenmişiz.Sırayla bakalım:

-Özellikle Afyon dolaylarında yer alan, beyaz toprak diye nitelendirilen asbest içeren bir toprak çeşidi varmış,bu toprak çeşidi akciğer kanserine sebep oluyormuş.
-Zonguldak maden işçileri arasındaki en yaygın hastalık akciğer kanseriymiş.Sebebi ise "kömür tozuymuş".

-Ve tarih tabii ki.İsmet İnönü'nün hatıratlarından bir kaç paragraf:


İsmet Paşa'nın, I. İnönü muharebeleri sırasında Ankara'ya çektiği 2 telgraf vardır; biri "Kaçıyoruz-İsmet", öteki "Yendik-İsmet" kabilinden.
***
1950'den sonra İsmet Paşa'nın muhalefete düştüğü yıllarda; Ulus gazetesinin genç bir yazarı ve İsmet Paşa'nın Topçu Mektebi'ndeyken Müdürü Hasan Paşa'nın da torunu olma cesaretiyle, kendisine Meclis'teki CHP grup odasında, o 2 telgrafın ne anlama geldiğini sormuştum.
İsmet Paşa, özel konuşmalarında yalana sığınmazdı. Bana şöyle demişti:
- Bir muharebede galip-mağlup yoktur. Kim daha geç kaçarsa, ona galip denir

.inönü, birincisi hakkında hatıratında şöyle der,

“birinci inönü muharebesi, daha ziyade kuvayi seyyarenin yunanlılarla beraber gelişen taarruzunun muvaffak olmaması şeklinde bir adım telakki edilmek lazımdır. atatürk, birinci inönü muharebesinin neticesine çok önem vermiş görünmektedir. aslında birinci inönü muharebesi askeri bakımdan mütevazı ölçüde bir muharebedir. yunanlılar taarruz etmişler, bizim mevzileri söktürmüşler, bundan sonra hazırlıksız geldiklerini, ilerisinin daha çok tehlikeli olduğunu anlayarak kendileri çekilip girmişlerdir. buna rağmen birinci inönü muharebesi anadolu hükümeti’nin kurulması için kâfi gelmiştir.”(1)

(1) ismet inönü, hatıralar, haz.: sabahattin selek, bilgi yayınevi, ikinci basım (tek cilt), kasım 2006, s.233

Facebook Malları Vol. 1 












13 Mart 2010 Cumartesi

Immmhhh!

Ben bir sürü şey yazmayı unutmuşum bugün.Muhtemelen bu yazacaklarımı bitirdikten sonra da,hatırlayacaklarım olacaktır.

Neyse sondan başlayalım,bugün liseden bir arkadaşım denk geldi.Önce birbirimizi tanıyamadık,gözümüzün içine baktık baktık geçtik,(şans eseri bir kaç gün önce facebook'tan üç beş kelime etmiştik,cep telefonu alışverişi vs.) yaklaşık bir on dakika sonra o aradıı ,"olm 10 dakika önce gördüğüm sen miydin" diye.ahaha süper bir andı.oturduk onunla iki-üç saat bir yerlerde sohbet ettik.Konuşacak anlatacak o kadar çok şey varmış ki, farkettiğim bir şey var,o kadar uzun süre geçmiş olmasına rağmen o hiç değişmemiş.Aynen bıraktığım gibiydi.

Evet güzel bir gündü.Şimdi gelelim geçtiğim günlerde izlediğim film olayına.

The Corparation
Bir belgesel ancak bugüne kadar nasıl kaçırmışım,nasıl izlememişim şaşırdım daha da ilginci bugüne kadar nasıl hiç duymamışım ilginç.Enfesti.İş dünyası,kapitalizm,büyük şirketlerin dünya çapındaki egemen güç olmasının geçmiş ile bağlantısı,bunu nasıl becerdikleri,işçi sömürüsü....Hani derler ya ölmeden önce yapılması gerekn bilmem kaç hareket diye,aynen ondan.Bir sahne:

"Bu ürünlerin hepsini kampanyanlardan,bu işi somut hale getirebilmek için aldık,bu elimdeki gömlek 14.99 $'a satılıyor.Bu gömleği yapan kadına bir saatlik işçilik ücreti olarak 0.03 $ ödendi."

Geçen zaman Dilimi

Evet bakalım geçen zaman diliminde neler öğrendik,neler yaptık,bir gözatalım efendim.

Genellikle günün çoğu zamanı internetten radyo dinlerim,aslında tek bir radyo dinliyorum: Radio Flaixbac Bir ispanyol radyo kanalı daha doğrusu katalan radyo kanalı,barcelona merkezli.Dünyadaki şuan popüler olan her bi boku çalıyorlar,ara sıra eskilerden de araya güzel bir şeyler de sıkıştırıyorlar,tadından yenilmez oluyor.Ben bunu 3 seneye yakındır yapıyorum.Sayesinde bir sürü güzel şarkı öğrendim.Sadece ingilizce yayın yapmakdıkları için ispanyolca bir ton grup ve şarkıcı öğreniyorsunuz.Winamp şeysini de indirdim bunun,tıklayıp dinlipdurum gari. Siteye Gidiverin Gari


Evet yukarıdaki yavru ceylanı daha yeni keşfettim,radio flaixbac dinlerken.Çok güzel,başarılı şarkıları var,en beğendiğim şarkısı şuan için Don't Tell Me That It's Over

Bunun dışından en bilinen şarkısı This Is The Life Bu da gerçekten çok hoş bir parça.

Yine aynı şekilde poison prince,run,Mr. Rock And Roll'da beğendiğim şarkıları arasında.

Sizleri Don't Tell Me That It's Over videosu ile başbaşa bırakıyorum.

5 Mart 2010 Cuma

2 Film Birden

Dün gece iki film izledim.İkisi de hiç te fena filmler değildi.

İlk izlediğim film 2009 yapımı Dadybreakers

Bir vampir filmi.Klasik tüm vampir filmlerinde bulabileceğiniz her şey var.Her şey diye kastettiğim klişeler.Ancak senaryo biraz daha farklı,bu sefer dünyada sadece 5000 civarı insan bulunmakta.Milyarlarca vampirin kan ihtiyacı ise bu yakalanan insanların kanını sağarak elde edilmekte.Bir nevi kan çiftliği.Kısıtlı kaynaklar ise vampirler arasında sorun oluşturmakta.Bir vampir ve bir grup kurtulan insanın insanlığı tekrardan var etme savaşı diyebiliriz.Bu arada filmin devamı çekilecek çok büyük ihtimal,filmi izlerseniz zaten anlayacaksınız.

İkinci seyrettiğim film ise Everybody's Fine

Robert De Niro,Drew Barrymore,Kate Beckinsale'li bir kadro bizi beklemekte.Çok basit bir film ancak çok enfes bir film kanımca.Çoğu insan filmi seyrederken uyuyabilir,sıkılabilir ancak ben çok beğendim.Yıllarca çocuklarını büyütmek için çalışmış bir babanın onların hayatlarında olup bitenleri eşi öldüğünde öğrenmesinin bir yol hikayesiyle anlatımı.Özellikle filmin son 10 dakikasında saçma salak duygusallaştım.Garipti.

Bugün Ne Öğrendim?




Şu kepasasa hazırlığı süreci içerisinde wiki'de takıla takıla biraz mallaşıyorum takriben.Islahat Fermanı diye girdim 2. dünya savaşı diye çıktım,ordan bütün cumhurbaşkanlarımızın hayatını okudum,oradan cumhuriyet dönemi isyanlarını okudum.İlginçtir,ne kadar çok az şey biliyor muşum.Ki hatrı sayılır tarih kitabı okumuş,yakın dünya ve türkiye tarihine meraklı bir adamım.

Örneğin:

-Temmuz 1921'de Kütahya-Eskişehir Muharebeleri komutanı olan İsmet İnönü bu muharebeleri kaybedince t.b.m.m tarafından görevden alındığını bilmiyordum!

-1937' deki Dersim İsyanı'nın bastırılmasında Mustafa Kemal ile görüş ayrılığına düştüğü için 13 yıldır devam ettirdiği Başvekillik görevinden Mustafa Kemal tarafından alındığını bilmiyordum!

-Turgut Özal suikasti ile ilgili daha yeni okuduğum bir Can Dündar yazısı. http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=2667

4 Mart 2010 Perşembe

Evet rejim karşıtıyım,makarna olmadan asla!



Evet bu benim ilk blog yazım olacak.Açıkçası bu bloğu oluşturmaktaki amacım hergün öğrendiklerimi buraya yazmak,paylaşmak.Konu her ne olursa olsun,sinema,tarih,para piyasaları,forex,akvaryum,balık,şehirler,insanlar artık ne olursa.

Profesyonel şekil ve ebatlarda rejim karşıtı olduğumu bilumum mecralarda söyledim,yine yeniden belirtmek isterim.